5 Eylül 2013 Perşembe

Küçücük Fıçıcık İçi Dolu Turşucuk

İlk okul 1'den , yani benim için 5 yaşımdan , bu güne kadar ne kadar çok şey değişti değil mi?
Sanki seneler değil asırlar geçmiş gibi uzakta şuan benim için o seneler. Hepimiz için de öyledir eminim ki. Ben bu geçen senelerde benim için neler değiştiğini bir iki anımla beraber size anlatmak , belki biraz gülümsetmek belki de biraz hüzünlendirmek istiyorum.

Ben ilk okul 1'e başladığımda daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi henüz 5 yaşımı bile doldurmamıştım. Sınıfımdaki insanlardan daha küçüktüm. Bu bir süre arkadaşlık ilişkilerimde sıkıntılar yaşamama sebep olsa da sonradan toparlamakta zorlanmadım. İşte arkadaşlık ilişkilerimi toparladıktan sonra ilk 3 sene yaptığım , şimdi çok saçma gelen bir iki şeyi anlatayım sizlere.

İlk okulun ilk senelerindeydi. Okul bahçesinde koşmaktı falandı zaten hepimizin yaptığı şeylerdendir. Ama bizimkisi biraz da filmlerden olsa gerek daha hızlı ve farklı biçimlerde koşma isteğine dönüşünce yeni yeni koşma stilleri geliştirmiştik. Mesela en net hatırladıklarımdan bir tanesi şöyle ki ; tam belden dizleri kırmadan öne doğru eğiliyoduk , kolları iki yana açıyoduk sonra başımızı da göğsümüze bakacak şekilde eğerek koşmaya başlıyoduk. Artık neyin kafasını yaşıyosak o şekilde koşunca daha hızlı hatta çok hızlı olduğumuzu düşünüyoduk. Nereye koştuğunu bile görmediğinden bi arkadaşımın ayağı takılıp takla atıncaya kadar bu şekilde koşmaya hatta böyle koşu yarışları düzenlemeye devam ettik. Sonra biraz da büyümenin verdiği etki ile sanırım bıraktık bu tarz koşuları.

Hatırlayınca çok güldüğüm bir başka mesele ise hepimizin yakından hatırlayacağı taso takıntısı. Cipslerin içinden çıkan ve başlangıçta plastik olarak üretilip sonradan demirini bile görmeyi başardığımız çok ilginç bi kavramdı bu ''TASO'' bizim için. Tasoların farklı resimli olanları biriktirilirdi. Bir de üst üste koyup başka bi tasoyla üstüne vurarak tersine çevirmeye çalışırdık. Sırayla vururduk ve tersine çevirdiklerimizi kazanmış olurduk. Tabi bu durum yanında çok yeni kavramları da hayatımıza soktu. Taso oyunu ile beraber ''Ütmek'' ve ''Kepmek'' gibi kavramlar oluştu. Bunlar yanlış hatırlamıyosam karşı tarafın tasolarını aldığımız zaman kullandığımız kavramlardı. Çok acıdır ki ben hiç bi zaman ''Olum onu çok fena üttüm.. Off görcektin 10 tasosunu birden aldım!'' gibi cümleler kuran taraf olamadım. Ben taso oynamayı da hiç beceremezdim. Sürekli elimdeki tasoları kaptırır dururdum bu yüzden de herkes benle oynamak isterdi :))

Ama bence en vurucu hikaye benim ilk kız arkadaşım ile ilgilidir. Şimdi anlatıcaklarım muhtemelen hiç birinizin başına gelmemiştir. Çünkü bu kadar saçma bişey daha olamaz. Ben ilk defa bir kızla ''ÇIKTIĞIM'' dönemde henüz 4. sınıftaydık. Bu kız da benim sınıf arkadaşımdı. Çok hoş eğlenceli bi kızdı hatta hala görüşürüz çok da severim onu ama 4. sınıfta biriyle çıkmak gerçekten çok tuhaf. Birlikte yaptığımız tek şey tenefüse çıkarken aynı anda sınıftan çıkmak bi de sınıfa beraber dönmekti. Doğru düzgün konuştuğumuz bişi de yoktu zaten. Hayır o yaşta sevgilinle ne konuşucan zaten arkadaşım. Neyse ilerleyen zamanlarda aynı sırada birlikte oturmaya başlamıştık. Ama onun takıntıları vardı sıranın yarısı onun yarısı benim olacak diye. Sıranın ortasına anında kapkalın görülmemesi imkansız bi çizgi çizdi ve burayı sakın geçme falan dedi yanlış hatırlamıyosam. İşte ilk kavgamızı o sebepten ettik. Çünkü ben rahatıma düşkün adamdım öyle oturmak için defterimi kitabımı yayarken rahat olmam lazımdı. Ve küçükken de ne yazık ki şeytanlığa çok kafam çalışırdı. Çizgiyi kurşun kalemle çizdiğini farkedince onun sınıfta olmadığını farkettiğim her fırsatta çizgiyi onun olduğu tarafa doğru kalınlaştırıp kendi oturduğum taraftan doğru siliyodum. Çizgi boyutu sabit kalıyodu ama sürekli ona daha az alan kalıyordu. 3. günün sonunda ben işin tadını kaçırıp sıranın 3/4ünü elenü ele geçirince kıyamet koptu. İşte hayatımdaki ilk sevgili kavgasını bu sebepten yaşadım.
Ha ayrılma şeklimiz de bir o kadar güzeldi. Bir gün bizim okulun ordaki pastaneden poğaça almaya gidiyodum öğle arası mıydı neydi. Sınıfta o da vardı ben de ortaya sordum gelen var mı diye. Ona bizzat sormamı beklemiş sormayınca gelmemiş. Ben de onu almadan poğaça almaya gidince beni terketti. ''Sen nasıl bensiz poğaça almaya Kilim Pastanesi'ne gidersin?!'' beni terk etme cümlesiydi.. Hey gidi günler.. Nerden nereye.. Sana da selam olsun vefasız yar! Bi poğaça için değer miydi bana aşk acısı yaşatmaya!

Bir de benim anarşik olacağım daha ilk okul yıllarımdan belliymiş aslında. Ben daha 6. sınıftayken okul temsilciğine aday olmuştum. Niyeyse insanlar da beni desteklemişti okul temsilcisi seçilmiştim. O dönemde de okulda bir matematik hocası vardı şimdi soyadını hatırlayamicam ama Saliha Hoca işte. Matematik derslerimize giriyodu ama dersten çok elinde liste ile geziyodu. Kim defter getirmezse kim konuşursa kim kalkarsa ve hatta kim sesli öksürürse eksi veriyodu listeden. Ben okul temsilcisi olunca beni bir iki fikir almak için öğretmenler kurulu toplantısına çağırmışlardı. Ben de bi konuşma hazırladım baştan sonra bu Saliha Hocama ateş püsküren. (en çok eksi alan bendim de sınıfta...) Toplantı salonuna girer girmez müdür , müdür yardımcıları ve öğretmenlerin hepsini selamlayıp direk konuşmaya girdim. Saliha hocaya tam yüklendikçe yükleniyodum böyle elim havada yüksek sesle ''Sürekli eksi vererek ders mi olurmuş. Matematik bu motivasyon lazım. Not ile öğrencileri tehdit ederek motivasyon sağlanmaz!'' falan derken müdür zar zor beni susturdu. Sonra da toplantıdan dışarı uzadım ben zaten. Bu toplantıdan sonra Saliha Hoca bizim matematik dersimizi bıraktı ve Din dersimizi aldı. O sene din dersimize girdi ve ben din dersinden 4 alarak hayatımdaki ilk 4ümü gördüm karnemde. E durum böyle olunca Saliha hoca bi yere gitmediğine göre ben okul değiştirmek zorunda kaldım.

Daha anlatsam anlatacak çok şey var da yazı çok uzadı. Ama bence hepiniz benim küçükken de nası bir psikopat olduğumu anlamış oldunuz. Ben küçükken de hiperaktiftim , fazla sosyaldim , çok düşünür çok konuşurdum. İnsanın kafası da biraz çalışınca bir süre sonra ne olay olsa ne ''yaramazlık'' dönse altından ben çıkar olmuştum. Ta ki liseye geçene kadar. Sonra işler çok değişti.. Onu da bi başka yazıda paylaşırız belki. Ama şunu da söylemeden geçemicem : ilk kız arkadaşımı çok özledim bu yazıyı okuyosa dönsün gelsin Sakarya'dan bi görüşelim. Söz sıradaki çizgiyi de ona doğru kaydırmicam ya valla bak.. Sıra onun olsun yeter ki beraber poğaça almaya gidelim :))

Hepinize deli dolu mutlu huzurlu günler diliyorum. Bu günlük de Arıza Adam'dan bu kadar. Görüşmek üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder